19 Ekim 2012 Cuma

KURBANLAR, VİCDANLAR VE POLİTİKANIN RUH HALİ

Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması için başlatılan açlık grevinin kırkıncı gününe ve dolayısıyla mahkum ve tutukluların sağlığı için kritik eşiğe yaklaşılıyor. Bu süreç boyunca, açlık grevine ilişkin haberler, kitlesel yayın yapan medya tarafından tutarlı bir şekilde sansüre uğratıldı. Bunun tek istisnası, Gülten Kışanak’ın BDP grup toplantısında açlık grevi yapanlardan birinin mektubu üzerine ağlamasıyla ilgili olan haber olarak görünüyor. Öte yandan, 19 Ekim’de de Cüneyt Özdemir Radikal’de bulunan köşesinde konuyla ilgili bir yazı yazarak, açlık grevi yapanları ana akım medyaya taşıdı.

Cüneyt Özdemir’i kutlamak gerekiyor diye düşünüyorum. Sadece “vatan hainlerinin”, “bölücülerin”, “bir kısım medyanın”, “azılı kızılların”, “aşırıların”, “bitiklerin” adlarını söyleyebildiği PKK’lileri köşesine taşımaya cesaret etmiş. Sonuçta, kafa karıştırıcı bir yerdeyiz. Devletin bir yandan PKK önderliğiyle görüştüğü iddia ediliyor, bir yandan Diyarbakır emniyet müdürü “teröriste de ağlamalı” dediği için soruşturma başlatılıyor. Öte yandan, seçilmiş Kürt politikacıları tutuklanıyor; bir sürü Kürt devlet veya devlet yanlıları söylediğinde mesele olmayan cümleleri ya da sözcükleri sarf ettiği için gözaltında ya da tutuklu yargılanıyor. Kimin, neye, nasıl tepki vereceği belli olmayan bir ortamda, Cüneyt Özdemir PKK’li diye birinin olduğunu ve onun açlık grevinin de üstüne düşünülmeye değer bir şey olduğunun altını çiziyor.

Öte yandan, PKK’li mahkum ve tutuklulara yönelik uygulanan sistematik sansür, ancak gözyaşı ve ölüm söz konusu olduğunda esneyebiliyor. Açlık grevi, ya bir milletvekilini ağlattığında, ya da artık ölüm kapıya dayandığında görünür olabiliyor. Bu bize gösteriyor ki, medya gözyaşı ve kan istiyor. Eğer ki, başka bir beden üzerinde gözyaşı döktürecek kadar etkiniz yoksa; ya da ölümün, ya da hayat boyu sakat kalmanın eşiğine gelmezseniz, bedeninizi açlığa yatırmanın görülmeye değer bir yanı yoktur. Politik iddianız göz ardı edilebilir; bu iddialı politik ediminiz bir o kadar iyi örgütlenmiş bir sessizlik ve karanlığın içerisinde yok olup gidebilir.

Nihayetinde, eğer kurban olmayı göze almamışsanız, politik olarak var olma şansınız elinizden alınmış demektir. Uyandıran, farkına vardıran, görünür kılınmayı sağlayan bir unsur olarak ölüm ve gözyaşı, Hz. İbrahim’in öyküsünde yer bulur kendine. Hz. İbrahim, bir cinayetle test edilen, acı çeken bir babadır: Kan ve gözyaşı, onu Allah’a yaklaştırır. Bugünse, politik bir edim olarak bedenlerini açlığa yatıranlar, ancak ölümün eşiğine geldiklerinde konuşulabilir oluyorlar. Herkesin sorduğu, biz bu cesetlerle, biz bu saklayamayacağımız cesetlerle ne yapabiliriz oluyor; çünkü bu insanlar öldüklerinde kurban olmayacaklar – ya da bir dini pratiğin değil, örgütlü bir sansürün, bir dışlanmanın, bir görmezden gelmenin, yani bir tür konformizmin kurbanı olacaklar, bunu biliyoruz.

Ölümün ve acıtmanın, yani aşırılığın, görünür olmaya yarayan tek yol olduğu bir dünyada, artık hepimiz bir şiddetin mağduru ve üreticisi olmuşuz demektir. Muhayyilelerimizde acı ve ölümden başka bir duyguya yer bırakmamışız; diğer bütün duyguların ve politik edimlerin düşündürme işlevini yitirdiği bir noktadayız demektir. Sadece ölüm ve acı, sadece cinayet; ama kurban da olmayan bir cinayet, anlamsız bir cinayet, bizi harekete geçirebiliyor. Zihnimiz uyuştu. O zaman sormak gerekiyor: Büyük bir uyuşmanın içerisinde politika yapmak, politik hayatı devam ettirmek nasıl mümkün olacak?

 Öte yandan, PKK’li mahkum ve tutuklular da, kendilerini kurban etmekten başka bir şanslarının olmadığı bir noktadalar. Bize bir yandan da şunu soruyorlar: Sadece kurban olarak mı politika yapacağız artık? Peki, hazır mıyız, böylesi bir politik iklimin bedelini ödemeye? Ölüm ve acı dışında bir duygunun kalmadığı bir ortamda politik bir varoluşun içinde bulunmaya hazır mıyız? Ölmeye ya da silinmeye, kurban ya da cemaat olmaya, bu ikisinden birini olmaktan başka bir şey olma imkanımızın olmamasına? Kurban olanlar ve kurban edilecekler, politik kimliklerinin bedelini canıyla ödeyecekler, feda edecekler kendilerini; peki ya kalanlara ne olacak, hayatı bağışlanmış kurban adayları olarak, insan kurban eden bu makinenin içinde bütün bu hissettiklerimizle biz ne yapacağız?