12 Mart 2013 Salı

YEHOVA ŞAHİTLERİ, AHMET GÜNTAN VE DOLAYIM



Ahmet Güntan’ın “Parçalı Ham”ını okurken, dolayısıyla şiirde yeni arayışlarına şahit olurken, elime Yehova Şahitleri’nin bir bildirisi geçti: Koluna papağan konmuş bir baba vardı kapağında ve mutlu aile kurmanın yollarını arıyordu. Düşündüm: Komünistler de, komünizmi yaymaya çalışan bir cemaat miydi? Nihayetinde, komünizm de, cennetimsi bir dünyayı (kaynakların sınırlılığının bahane edilerek kimsenin sömürülmediği bir sosyal hayatı mesela), bu dünyada, bu dünyanın koşullarına göre, ısrarla düşünmek değil midir? Komünist düşüncenin, bir öte dünya vaadi yoktur ama bu dünyadaki hayat için bir anlam vaat eder. Erdemli ve ahlaklı bir hayata çağrıdır. Ki, aslında istatistik teorisine inanan dindarların gözünden bakarsak (hani o cehennemin sonsuz acılarını hesaba katarak iman edenler), çok daha mantıklı bir vaat değil midir bu? Öte dünyada sonsuz mutluluk vaadine karşı, bu dünyada erdemli, ahlaklı ve tatmin edici bir hayat çok daha hayal edilebilir, ucu başı belli, somut bir vaattir.

Ahmet Güntan’ın şiir kitabı, manifestosunun etrafında şekillenmişti; bence bu manifestoyu en güzel özetleyen madde “Şiir = şiir değildir”. Tabii bir manifestoyu, zaten kısalığı ve vuruculuğu itibariyle manifestoluk iddia eden metni, tekrardan özetlemek hoş değil; ancak bugün Komünist Manifesto’yu bile “Zincirlerinizden başka kaybedecek neyiniz var? Dünyanın bütün işçileri birleşiniz” üzerinden hatırlamıyor muyuz? Kurduğu denklem, Parçalı Ham’ın ortaya çıkışına imzasına atıyor: Çiftçilik belgesi, dost sohbetleri, spam mail’ler, internet sayfaları, alıntılar, kitabın sayfalarını dolduruyor. Bir tür kolaj gelebilir akla; ama şairin bir dönüştürme derdinin de olduğunu söylemek gerekir. Ortaya çıkan bazen bir oyun, bazen bir şarkı, bazen bir şaşkınlık oluyor. İnsan şiirden daha ne bekler ki zaten?

Dönüştürmeye vurgu yaptım; çünkü şair dediğimiz, tanık olduğumuz dünyayı bir şekilde dönüştürerek yeni bir deneyimin imkanını zorlayan kişi değil midir? İnsan Ece Ayhan okuduktan sonra, mesela, eğer bu şiir diline inanırsa, fikrini bir daha aynı biçimde çalıştırmayabilir. Ya da, İlhan Berk’in nesnelerle girdiği ilişkiye temas eden bir okurun tanıklık ettiği zaman ve doğa çok daha farklı bir deneyimin önünü açabilir. İnsanın nesneyle kurduğu dolayımın yenilenmesi ve zorlanması için bir imkandır şiir. Metaforlarımızın birbirine benzediği, sembolik düşüncemizin katılaştığı (burada Adorno’nun hipostazlaşma kavramını kullanmak doğru olur mu) noktada, şiir bütün bu dilin alt üst edilmesine, yeniden değerlendirilmesine yarar. Kimliğimizin, çoğu zaman da tüketim etrafında şekillenen kimliğimizin, sınırını hatırlatma potansiyelini taşır. Olduğumuz şeye fazlaca inandığımızda varlığını unuttuğumuz metaforların ve sembollerin, orada bir yerde olduğunu hatırlatma imkanı vardır şiirin.

Ahmet Güntan’ın, bok’tan, dost meclisinde belirdiği düşünülen diyaloglara; tarihe düşülen kayıtlardan internette rast gelinen bir sürü şeyi şiire katma çabası bana şairin çabasının, “duygulanıma (affect) dolayımsız bir şekilde ulaşma arzusu” olma ihtimalini düşündürüyor. Şey’leri ham haliyle şiire alarak, şairanelik (şairin “kalp otuzbiri” dediği şeyden ben bunu anlıyorum) yapmadan şiire almak, mümkün müdür? Bu bize yeni bir imkan sağlar mı: Duygulanıma en ham haliyle, en işlenmemiş haliyle ulaşmak fırsatını bulabilir miyiz, eğer şiirde bunu yapmaya çalışırsak?

Tabii bu, “bu şiir, şu şiir” gibi bir işaret etme çalışmasından ibaret olduğunu düşündürmesin Ahmet Güntan’ın şiirinin: Mesela “Allah Seksin Belasını Versin” güzel bir şarkılaştırma. Ya da, bok üzerine yazdıkları (ki internette gördüm, pek bir polemik mevzusu yaratmış bu), dille oynama, biçimi hesaba katma, sese dikkat kesilme anlamında değerlendirirsek (şiir denince ne anladığımı da ortaya koymuş oldum) bir şiir.

Peki, maddeleri, nesneleri, şey’leri şiirin içine fırlatırken, duygulanımın ham haline, dilden taşan gerçekliğe ulaşma imkanımız olur mu? Ya da, şiirin dışındaki şiiri arayıp, onu şiirin bir parçası haline getirme çabası, halihazırdaki duygulanımın kırılması ve yeni bir deneyim imkanının (ya da anlağın / usun) belirmesini garanti altına alır mı?

Yehova Şahitleri, burada geldi aklıma işte: Bir şiir olarak işaret edilebilir miydi onların o metnine? Çocuksu resimlerle donatmışlardı bildirilerini. İncil’den kanıtlarla doluydu metinleri: Bunun Müslüman bir ülkede kendi başına ikna edici olacağına dair naif bir inançları olduğunu düşündüm. Anlatmak istediklerini iyi anlatamıyorlardı; metin kafa karışıklıklarıyla dolu gibiydi: Ruhun sonsuzluğuna inanıp inanmadıklarını anlamadım, öyle düşünün. Broşürden heyecanlananların yurtdışına mektup yazmaları gerekiyordu ki kutsal metinler onlara yollanabilsin: Birilerinin bu kadar gaza geleceğini düşünüyorlardı.

Yehova Şahitleri’nin bildirisi, Ahmet Güntan’ın şiirleriyle yan yana koyunca, dolayımın zorunluluğunu hatırlattı. Tamam, şairane bir tavır, şiirin katili olabilirdi ve şiir, şiir dışını düşünerek yeni alanlar yaratabilirdi; ancak, duygulanımın ham hali diye bir şey hiçbir zaman olmayacaktı diye düşündüm. Psikanaliz (özellikle Bion’un fikirleri) dil öncesi dönemde dahi duygulanımın anne-çocuk ilişkisi dolayımıyla ortaya çıkacağını sıklıkla vurguluyordu. Şiir de, bir dönüştürme işlemiydi: Bütün kafa karışıklığı ve ihtişamıyla karşımızda duran dünyayı zihni anlamda temsil etme çabasına yardımcı oluyordu. Eh, Yehova Şahitleri de, bir şiirin içinde yer alacaksa, dönüştürmeye maruz kalacaktı. Ahmet Güntan’ın yazdıkları, dolayımsızlık konusunu akla getiriyordu ama onun da nihayetinde yaptığı, şair’lik denilen tutumun; yani dolayıma yönelik yaklaşımın sınırlarını zorlamaktı. Bana bunları düşündürttüğüne göre bir şeyler olmuş.

Tekrar komünist manifestoya dönelim mi: Komünist düşünce, o zaman, yeni bir dolayımın imkanını zorlamak değil midir?