“Biz güzel bir dünya hayal etmeye başladıktan sonra, affedilemeyecek bir suç işliyoruz” Osman Özarslan
İsmet Özel, Waldo’da 12 Mart rejiminin kendisi gibi adamları peşinde olmamasını açıklarken, sözü aynı iktidarın peşindeki iki farklı grubun çatışmasına indirircesine nihayete vardırır sözünü. Sf. 95’ten ben bunu anlıyorum. Bunun doğruluğunu yanlışlığını, niyetini bir kenara bırakarak; Osman’ın aldığı sözü bir adım ileri götürmeyi hedefliyorum. İsmet Özel’in yazdıklarında, devrimciler, en az devlet güçleri kadar kuvvetli bir güç (ve belki bir şer odağı) olarak beliriyorsa, başka bir grup için de, devrimciler bir güzelleme nesnesi olageldi: “Onlar hiçbir şey yapmadılar”. Bir diğer versiyonu ise bu sözün: “Onlar kötü hiçbir şey yapmadılar”.
Sonuçta, iktidarla sol muhalefet arasındaki mücadele nedir diye sorduğumda, şunu görüyorum: Çok organize, güçlü, oldukça disiplinli, kendi içinde heterojen bir hali olsa da, gerektiğinde tek yumruk olarak inebilen bir aygıtla; görece güçsüz, kendi içinde polemikleri bulunan, çoğunluk organize olmayan, belki olamayan, sıklıkla eli kolu koordinasyon içerisinde çalışmayan bir güç – güçler topluğu arasında çatışma. Yani, bu bir mücadele, bu bir savaş ve kimse kimseye “iyi niyetli gençler” olduğu için iktidarı vermez.
Öte yandan, iyi niyetli gençler olarak da alıp alabileceğin bir şeyler vardır: En şanslılar ve becerililer için bir bakan müsteşarlığı olur, bir tür üst düzey kamu görevlisi olmak olur. Daha alçakgönüllüler ve millet neferleri için bir kimlik de halihazırda beklemektedir: Belki biraz Robbie Williams, belki biraz Half Nelson, belki biraz Amerikan dizilerinden bildiğimiz, “dezavantajlı” (Ki bu lafı duymak da kullanmak da hep bambaşka bir yabancılık yaratır bende. Sonradan fark ettim ki, sınıf sözünü kullanamayacağın, kullansan ayıp olacağı ya da yeterli derecede bilimsel olamayacağın yerlerde, mesele sosyal hizmet çalışmalarında, “community psychology” makalelerinde, AB projelerinde, ya dezavantajlı demen gerekirmiş, ya risk grubu, ya da “low SES”.) gençlerle çalışan, otoriter ve / ama onurlu, bir şekilde Mahmut Hoca’ya (ve dolayısıyla Gönül Yarası’ndaki öğretmene) çok ciddi bir şekilde benzeyen, siyah okul müdürü olabilirsin. Bu da bir şeydir ve dalga geçilmekten çok saygıyı da hak eder.
Henüz 12-13 yaşında bir çocukken, politik kitaplarla tanışmıştım. Önce Öner Yağcı’nın Turnalar’ı, sonrasında ise Nihat Behram’ın “Darağacında 3 Fidan”. Özellikle ikincisinde gözlerim dolmuştu. Sonrasında Deniz Gezmiş, bir kurşun bile sıkmayan, dağa çıkmayı, dağda yaşamayı bilmeyen bir grup gencin önderi olarak sıklıkla anıldı. Hadi anılmayı geçelim; bu şekilde savunuldu da.
Deniz Gezmiş özelinde devrimcileri, iyi çocuklar olarak anmak, onları bu şekilde meşru göstermeye çalışmak, bir tür burjuvazi iki yüzlülüğü olarak, “tatlı tatlı hadım etmek”ten ibaret değildir diye düşünüyorum. Bu, aynı zamanda, kendisi izleyici olarak kalırken, kendisi bedel ödemezken, dünyanın kendi aleyhine olmayacak şekilde değişmesini ummanın dayanılmaz çekiciliğidir. İyi çocukların, iktidarı iyilikle almasını istemek: Sarı saçlı mavi gözlüyü hatırlamak gibi bir şey değil de ne? İyi çocukların iyiliğini görmezden gelenlere, onları kötüleyenlere kızmak; bir şekilde, onları hem iyi olmakla, hem de çocuk olmakla prangalamak değil de ne?
Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya… Birini devlet kurşun atarak öldürdü, birininse vücudunu parçaladı. Ancak, biyografileri yazılsa da, ne “Hatırla Sevgili”den ihtimam gördüler, ne de bakanlık bültenlerinde atıf aldılar. İyi çocuk masalını bozanlardandılar. İsmet Özel’in senaryosundaki bir yerde de yoktular: İkisinin teorilerinde de, benim bildiğim ve anladığım kadarıyla, ne tepeden inmecilik vardır, ne orduculuk, ne de darbecilik. Öncülük vardır, o ayrı.
Bir süredir, iki ayrı şarkının nakaratı, ağzıma takılmış duruyor benim de.
“I ain’t no nice guy after all”
Ve
“I’m no easy, until I’m, killed by death”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder