19 Ekim 2011 Çarşamba

Eve Dönmeden: Turgut'un Evsiz İdealleri



Kafası rahat olmayanlara diye başlıyoruz Turgut'un hergününe damga vuran bu işten eve, ofisten odasına dönme ızdırabına. Üniversite yeni bitmiş, anılar hâlâ taze, yüzeye yakın. 'İşte ben buradayım', 'arkadaşlık, siyaset, sanat ne ararsan burada buldum' diyebildiği anda üniversite bitmiş. Belirsizlikler... nereye doğru nasıl yol alınacağı artık garantide değil. Ofisinin yer aldığı Tarlabaşı’ndaki ilk karşılaşmada da muhtemelen bundan bir önceki en yoğun belirsizlik anı yüzeye çıkıyor; ÖSS ve liseden ayrılıp üniversiteye başlamak. Birden hatırladığı Hatun Abla'nın ÖSS'ye giren oğlu, ki ismini bile hatırlayamıyor, tam da Turgut'un kendi belirsizliğine vereceği bir cevabı olmadığı için kendi hayatının belirsiz anlarının hatırlatıcısı olarak çıkıyor karşımıza. Nitekim 6 sene öncesinin ÖSS'ye Hayır yürüyüşündeki yersizlik, üniversiteye yerleşmemiş olmanın benzer hisleri bir flashback ile anlatılıyor: "Şimdi kimle yürüyeceğimizi biliyoruz sanki?"

İşte buradan sonra Turgut, eve dönme fantezisiyle odasına gitmek istememek ile Beyoğlu'nun karmaşık, fırtınalı sosyal atmosferiyle ilişki kurmak arasında bir kavga başlıyor. Burada eve dönmek bir kaçış fantezisini; gideceği ve yalnız kalacağı odası Turgut'a bir yandan yalıtılacağı bir fiili odayı bir yandan geri dönmek istediği hayali huzuru hatırlatıyor. Tam da Beyoğlu'nun kentsel dönüşümüne muhalefet etmekle suç ortaklığı yapmak arasında saf ve masum kalamadığını farkettiğinde en kısa yoldan; mümkünse yalnız kalabileceği taksiyle, bekleme yapmadan, trafikten kaçarak odasına dönme arzusuyla doluyor. Belki de taksiciyle kuracağı yakın sohbet onu rahatlatacak. Kendi suçluluğunu da eski solcu patron Ulaş Bey'de kişileştiriyor; işte orada suçluluk abidesi bir solcu patron; idealler yerini korkulu kabuslara bırakıyor. Suçlulukla yüzleşmenin karşısında odasına, duvarında kendini evde hissettiği dönemden kalma Mecidiyeköy Ahali Hatırası posterine kaçıyor Turgut'un zihin akışı. Hatta "çirkin bakışlarını kadınlardan alamayan dayı ile aynı günahı paylaştığını" farkettiğinde, bırak taksiyi, odasına ışınlanmak istiyor zaman-uzamın tüm fiili sınırlarından koparak.

Sosyal yalıtılmışlıkla mücadelenin tek yolunu fiili gerçekliği olmayan bir hayali eve dönmek yanılgısıyla eş tuttuğunda Turgut'un açmazı iyice belirginleşiyor. Tabi öykünün trajik devamında bu hayalin yaklaşıldıkça kabuslaşan gerçekliğini görüyoruz zira Turgut odasında tecrit olmanın huzurlu olmadığını da biliyor. Odasına her dönmek istediğinde bir şeyler onu alıkoyuyor, mecbur kaldığı odaya dönüş yolu her adımda daha korkunçlaşıyor. Kafasındaki sesler giderek yükseliyor. Tam da kafasındaki seslerden kaçmak için müzikçaları kulağına taktığında anlıyoruz neden zorlandığını; dinlenecek o kadar çok müzik var ki "shuffle rules", o kadar kitap var ki bir tane bile seçilip okunamıyor. Birlikte-varolabileceği bir yapı yok Turgut için; ortak metinler, paylaşılan müzikler yok. Fiziksel olarak odasına dönüp yalnız kalsa bile, bu yalnızlığını paylaşabileceği simgesel bir çatısı yok Turgut'un.

Bir yandan yalnızlığı yalıtılmışlıktan farklı kılacak bir çatının eksikliği, bir yandan da Beyoğlu'nun çoğulluğu içinde mücadele edeceği bir birlikteliği, dalgalı denizde denizcilik yapabilecek bir takanın yokluğu. Ne odasına dönebiliyor Turgut, ne de Beyoğlu'nda kalabiliyor. Ara-mekânda huzursuzlaşıyor gitgide. Gözün gözü görmediği bu karmaşa içinde Turgut kendine bir yer açmak yerine, ona halihazırda verilmiş olan fiziksel mekâna; odasına gitmek zorunda. Yarın iş var ve iş-dışı dünya ona ümit verecek bir yapıdan yoksun.

İstanbul'un beyaz yakalı sıradanlığına hapsolup karada kalmak, denize açılıp açılmama tereddütleri ile açık denizlerde geçen idealist öğrencilik yılları arasındaki uçurum fazla büyük; halbuki okunacak kitaplar, dinlenlecek müzikler, yapılacak devrimler vardı. Bunlar öğrencilikte kaldı diyip geçmek bir seçenek değil; vazgeçilemeyecek kadar hakiki ideallerdi bunlar. Fakat bu idealler üniversitenin bitimiyle çatısız kaldı. Ne iş yerinde, ne de gece uyumaya dönülen o odada yaşam bulabilir; o ideallere bir sığınak yaratamayan Turgut, günahlardan arınmış huzurlu bir eve dönme fantezisi ile odasına dönmeye direnmesi arasında sıkışıyor. İş yerinin ızdırabını herkes ile paylaşan Turgut, iş dışı hayatına da idealleriyle sığınabileceği bir yer bulamadığında işin, zorunlulukların ızdırabı tüm hayatına yayılıyor. Onlardan kaçmanın ya da onlara direnmenin gerçek ihtimalleri birer birer daha da uzaklaşıyor. İdealler açıkta, sığınaksız kaldığında dönüp Turgut'a saplanıyor.

Peki geriye, geride kalmış huzurlu bir eve dönmek mümkün mü? Üniversiteden hiç ayrılmasa mıydı? İdealizmin, masumiyetin mekanlarını terk edip suçluluğun, mecburiyetlerin dünyasına girmek ızdıraplı olsa da, odasındaki yalıtılmışlığa veya geçmişte kalan o huzurlu eve dönmeden idealleri sürdürmek neden mümkün olmasın. Bir-aradalığı keşfeden, düşünsel ve edimsel, ideal ve maddi alanlar açacak bir yapı kurmak,  anne-babanın, üniversitenin koruyucu duvarlarından çıkıp, geçirgen duvarlarla örülü yeni bir sığınak yaratmak; kolektifliği kurmak, yalıtılmışlığa karşı koymak gerekiyor. Kurulacak bu ara-mekânda masum kalmak imkânsız, kafalar artık hiç rahat olmayacak. Ufuksuzlukta çıkılan belirsiz ve mütevazi bir yol; ama ufak da olsa küçük bir takayı birlikte inşa etmek, içine atlayıp yol almak lazım. İşte Turgut'un kafasını rahat bırakmayan idealler, paylaşıldığı, dışsallaştığı takdirde kurulacak yapının tahtaları, çivileri olacak. Yaşadığı ızdıraplı zihin akışı da ancak öteki zihinlerle bir-aradalığını keşfederse hayallerden çıkacak maddi dünyada karşılığını kuracak. Eve dönüşün imkansızlığını tanımak, yeni bir sığınak kurarak bu imkansızlığı yeni ihtimallere yorarak aşmak gerek.

Kurulacak yapı eldeki malzemeye göre. Belki ufak bir taka inşa edilecek işbirliği ile. Deniz çok dalgalı, ufuk muğlak, açık deniz fırkateynlerle dolu olabilir. İdealleri maddi hayatla çelişen Turgut ise karada durmuş, açık denizdeki fırkateynlerle hayali kavgalar ediyor. Subaya atmak istediği omuzu ancak cansız turnikeye atıyor zira taksiye binip dönüş yolunun sıkıcı sahnelerinden kurtulamadığında yine o son metroya mecbur kalıyor. Mecburiyet iyice çığrından çıkarır onu çünkü ideal dünya zorunlulukarı tanımaz; mecburiyetlerin zihinde ağırlaştığı anda o metro turnikesi kocaman bir duvara dönüşür imgesel düyasında. Zorunludur yaşamak, sıradan zorunluluklarla doludur, fakat Turgut sıradan yaşamak istemiyordur o anda; gazeteye en kısa yoldan, trajik ölüm hikayesi ile üçüncü sayfadan girmiştir. Belki de muktedir fırkateynleri patlatan epik bir canlı bomba hayal etmektedir; tam da yetişemediği epik ideal, bombayı Turgut'un elinde, metro altında kalarak ölümünde patlatır. Eve dönüşün imkânsızlığı ile eve dönmeden yaşamayı öğrenmemiş olmak arasında kalınca, tek çare kendini yok etmektir. Kendini hayali bir şüpheli bombacı karakterine büründürür ve terörizm karşıtı uygulamalara yem olur. O uygulamalara karşı yaşama ihtimali ebediyen son bulmuştur.

Can Evren




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder