Bunda iki yıl önce köyün en fakir ailelerinden birisinin 15-16 yaşlarındaki kızlarının hamile olduğu duyuldu. Kız biraz safça, samıt (lâl) bir kız. Muhtemelen bir sürü erkek onu kaldığı özürlüler okulunda istismar etmişlerdi. Buralarda da bu olay bir şekilde duyulmuş, ve muhtemelen bazı ergenler, buluğ arzularını bu kızcağızın üzerinde deneyimlemişlerdi. Kızın komşularından bir kısım ergen, karakola alındı sigâya çekildi. Kız içlerinden birisini 'bebeğin babası olarak' teşhis etti. Sonra teşhis edilen oğlan da reşit olmadığından ve aile de asla bu gayr-ı meşru çocuğu kabul etmeyeceklerini duyurduklarından, oğlan bir süre tutuklu kaldı ama ilk DNA raporlarında suçsuz çıktığı için, serbest bırakıldı. Malum küçük yer, oğlanın başı belaya girmesin diye, Antalya'ya kaçırdılar, bir atölyeye çırak olarak soktular. Kepi'nin oğlu işte, son gününde gene bu atölyeye gitti, öğleye kadar çalıştı, öğle yemeğini yedi. Öğleden sonra, saat 3'teki çay molasına kadar tekrardan çalıştı.Dükkandaki kamera, onu en son katiliyle birlikte çay içerken, mola masasında kayıt etti. Birlikte kalkıp, alt kattaki işliğe indiler ve aşağıda ne yaşandı bilinmiyor. Lakin, katil iki gün sonra teslim oldu. Bıçağı teslim etti, 'anama-avradıma küfür ettiği için vurdum onu' (o da 17 yaşında ve bekar bi oğlan çocuğu) demiş teslim olduktan sonra.
Haber geldikten sonra, haliyle cenaze evini ziyarete gittik. Daha cenaze yok, otopsi için adliye ekibi bekleniyo; günlerden cumartesi, otopsi için bekleyen onlarca cenaze varmış. Neyse ki, maktulün akrabalarından birisi, hastanede odacı mı ne, 'çok şükür' onun sayesinde, Kepi'nin oğlunun otopsisi öne alınmış. Defin, öğle ile ikindi arasına yetişebilecekmiş....
Eskiden, köyde cenaze olunca, komşular, yabandan gelenler aç kalmasın, acılı ailede bu işlerle uğraşmasın diye, cenaze evine siniyle yemek taşırdı. Mesela annemin standart bi menüsü vardı. Şehriye çorba, patates kızartma, yoğurt, salata bi de artık o gün evde yenecek ne varsa... Bir de sinideki yemek kaç kişilikse o kadar da kaşık. Bu yüzden, bizim kaşıklar, çatallar hep boyalı olurdu. Annem 'bellik' derdi...Artık böyle bir şey yok. Aile, yemek meselesini de çözmek zorunda malum 'laf' olur. Bu da herhalde modernliğin feodal görünümlerinden birisi daha. Evin önünde bir temele yaslandık, bir yandan bunları düşünüyorum bir yandan, ailenin bundan sonraki yaşamı nasıl olur onu tartıyorum kendimce. Aile yoksul, baba kanser, ortan oğlan meczup, büyük oğlan kasap, küçük oğlan ise maktul, otopsi sırası bekliyo. Erkekler, tedirgin tedirgin oturuyo. Kadınlarsa, herhangi bir beşerin hançeresine sığmayacak çığlıklarla ağlaşıyorlar. Her gelen olduğunda, hıçkırıklara boğulmuş, sönümlenmeye yüz tutmuş yas, yeniden alevleniyor, 'bakamadık mı sana, köpekler gibi attık mı seni, sana damat elbiseleri alacaktık, gücenme oğlum bize, küsme e mi..' hıçkırıklar, öğürmeler arasında bir kere daha başa sarılıyor.
Sanayi tipi ocaklar komşunun bahçesine kurulmuş, kazanların altı harıl harıl yanıyor, bir yanda yaslar tütüyor, bir yanda şehriyesi tereyağıyla kızartılmış pilav buram buram kokuyor, rüzgar kuru bi asma yaprağını yakasından tutmuş, yaprağı bir köşeye sıkıştırmış bırakmıyor... Tıpkı ailenin yakasına yapışan fakirlik gibi, silkeledikçe silkeliyor yaprağı... Onları yoksulluğun yakasından, ölüm gibi (hele ki genç ölümü gibi) mutlak bir duygu bile kurtaramıyor. Mahallenin kadınları ve yakın akrabaları saymazsan, pek gelen giden yok... Burada ne siyasetçilerin rıza devşirmek için arz-ı endam etmesine, ne de tüccarların bağlantıyı korumak ya da geliştirmek için görünür olmasına gerek var.
Hülasa cenaze geldi, namazına yetişemedik ama, cenazesine katıldım ben, çok kalabalıktı, ilk defa bizim köyde bi cenaze omuzda değil, arabayla götürüldü. Otopsiden ve yaralardan dolayı dediler. Sonra Enver Hoca, ki bizim imam nikahını kıyan, çocukluğumuzda bize elif-ba öğreten imamdır, o inanılmaz duygulu sesiyle yeri göğü titreten duasını etti. Ardından elham okundu, cemaat dağılırken, mezara üç avuç toprak attı, kapıdan tek sıra merhumun yakın akrabalarıyla helalleşilerek geçildi. Geride Enver hoca, merhum ve aralarındaki talkın kaldı.
Olayın arka planını abisine sordum sonra, inek kestiğimiz bi günde, aralarında ne geçtiği tam olarak bilinmiyomuş katille; olaydan bir gün önce ikinci dna sonucu gelmiş ve oğlan kesin olarak temiz çıkmış komşu kızı meselesinden ve oğlan öldürüldüğü günün kuşluk vakti, adadıkları adağı kesmişler meğer 'ne yapsak olmadı' diyor. Ameliyat esnasında 70 üniteden fazla kan vermişler, her şey olmuş ama karaciğerin ardında bir bağ varmış orayı çözememiş doktorlar, abisi ameliyat çıkışı kardeşini görmüş, yüzü bembayazdı abi bir de gözünde bi damla yaş vardı diyor. bu içine çok oturmuştu bir de naaş geldiğinde çocuğun yüzünü anasına babasına göstermemişler, gene otopsiden dolayı, diyo ki 'anam babam, konu komşu, bizim oğlanı güzel hatırlasınlar istedik...'
Ben, rahmetliden çok hoşlanmazdım, yalan değil, en son iki ay kadar önce bizim yeni mekanın arkasından bostana doğru yürürken, onu bi motosikletin üzerinde görmüştüm, saçlarını özenle taramış, jöleleyip parlatmıştı, üzerinde beyaz bi tişört, bir de kot-mont takım vardı; öğle güneşi derler ya resmen parlatmıştı oğlanı.... İlk bakışta bilemedim, herhalde, istanbul'a geldiğimden beri görmemiştim, ne kadar değişse de, siması aynı. Tanıdım sonra, içimden 'it herif, yakışıklı olmuş, tabii bu yakışıklılıkla elin gariban kızının başını yaktı..' diye düşünüp, yüz çevirdim, tanımazlıktan gelip, selam vermeden yürüdüm. O da beni tanıdı, elbette neler düşündüğümü tahmin etti, 'çok da sikimdeydi' dercesine motoru gazlayıp, hafifte kazıtarak lastikleri, bastı gitti...
komşu kızıyla aralarında ne geçti, bilen yok. Belki de kız oğlanın yakışıklılığından dolayı, karnındaki talihsize baba olarak onu seçti, zaten de bir arada büyümemişler miydi? Sonuçta, ben de, bütün köyde çocuğun hakkını yemiş olduk.Helalleşmek, divana kaldı; şimdi ailenin onunla ilgili son arzusuna boyun eğip, onu o motorun üstündeki bıçkın, ergen, parıltılı ve yakışıklı haliyle hatırlayacağız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder