Gizli Özne
“Esas İstanbul burasıymış” dedi
yoldan geçen kadın
ve yoldan geçip gitti.
*Harbiye-Osmanbey, 5 Ocak 2012.
Lise yıllarıydı. Bir gün kulağıma bir duyum geldi. “Emyuen'de bir yazı yazmış. Atalarımı katleden bir ülkede yaşamaktan utanç duyuyorum diyormuş”. Yazıyı ya da sunumu, her neyse, hiç okumadım. Ama aklımda yapışıp kalmış bu sözler. “Ayıp” demişti yatakhaneden biri bahsi geçince. Belki böyle bir yazı hiç yoktur. MUN diye bilinen Birleşmiş Milletler Kulübü üyesi miydi bilmem. Yatakhanede severdik biz MUN-ci ya da Amerikacı laflarını küfür mahiyetinde kullanmayı.
On iki yıl önce, sınıfın en başarısız öğrencisi olduğum orta ikinci sınıfta ilk kez aynı sınıfa düşmüştük. Sınıfın en başarılı öğrencisi idi. Fakat nedense diğer başarılı öğrencilerden farklıydı. Deftere yazarken avcunun terini alsın diye kullanmayı ihmal etmediği mendiliyle, çalışkan İstanbullu öğrencilerden beklenmeyen bir açıklığa, abartılı da bir titizliğe sahipti. Konuşurken faltaşı gibi açılan gözlerini esirgemezdi çalışkan olmayan öğrencilerden. Mendilini ise ihmal etmezdi. Dürüst olmak gerek; güzel ve alımlı bir genç kadındı. Bir lütuf sayılabilirdi esirgemediği gözleri benim gibi çalışkan olmayan öğrenciler için.
İzciler'in ana kanadı Selma Hanım vardı bir de. O yıl tarih öğretmenimizdi. Sınıfa tarihi öğretmekle yükümlü öğretmenimiz. İşte o Selma Hanım'ın bir yazılı sınavı sonrası başka bir ilişkimiz olmuştu. Nasıl olduysa benim 5 aldığım sınavdan 4 almıştı. “Nasıl aldın?” diye sorup duruyordu bana. Çalışkan olmayanlar sınfındaydım halbuki. Benim zeki olduğumu düşünüyordu ya da kendisinin yeterince çalışmadığını. Aldığı 4'ü telafi etmeliydi. Hayır hayır, az çalışması olamazdı sorun. Çok çalışkandı, en çalışkandı. Şaşırmıştım, biraz da gururum okşanmıştı. Hem nadir başarılardan biriydi benim için o yıllarda. Çalışkan kızı alteden zeki çocuk rolünü sevmiştim. Tabii diyememiştim “ilkokuldan beri tarihi çok sever, iyi bilirim” diye. “Dandanakan 1040, Malazgirt 1071, Miryakefalon 1178, Bursa 1326, İstanbul 1453. Anadolu Türk yurdu oldu”. “Yorum yapmanı istiyor” demiştim, “ezber değil”.
Tehcirin üçüncü yılıydı o sene; hazırlık, orta bir, orta iki. Bir milyon yoktuk da eskilerin dediğine göre bir zamanlar üç otobüs kadar varmışız. Bursa 1326'dan İstanbul 1453'e atılanlar, atlayanlar. Anadolu kaplanları değildik de Türkiye'nin aydınlık yüzüsünüz diyorlardı açılış törenlerinde. Tanpınar'dan çok Mina Urgan gibiydi dünya. Robert Kolej, siz seçilmiş olanlar, Türkiye'yi kalkındırıp muasır medeniyet seviyesine yükseltecekler. İzciler'in baba kanadı Türkçe öğretmeni Adil Bey çok önem verirdi muasır medeniyete. Fakat muasır medeniyet denmesine katiyen karşıydı. Çağdaş uygarlık. Takip etmek değil izlemek. Türkçe Off'u okudum dersen çok sevinir, yaz tatilinde okuduğum Halit Kıvanç'ın Kupaların Kupası Dünya Kupası kitabını pek hoş karşılamazdı. Halbuki Halit Kıvanç da izlemek der takip etmek yerine.
Muasır medeniyet için gitmen gerekir, bin yıl beklesen ayağına gelmez. 1326'dan 1453'e ve oradan 2000'lere; yeni milenyuma, ufka doğru yukarı, yukarı ve ileri. Orta Asya'dan Lüxemburg'a doğru, sağdan sağdan. Geriye bakmadan, dönüp özlemeden, düşenle düşmeden. İşte Robert Kolej! Kim çıkardı 1915'i! Öğretmeliydim: 1040, 1071, 1178, 1326, 1453; 1453, 1326, 1178, 1071, 1040. “Karıştırmış olmalı”. Orta ikiye, tehcirin üçüncü yılına geri gitmeli ve tarihten 5 alması için ne yapması gerektiğini iyice açıklamalıydım. “Anadolu Türk yurdu oldu”. İzciler'e de bir merhaba demeliydim; unutmadan söylemeliydim onlara. Selma Hanım'a şairlik, Adil Bey'e tarih öğretmenliği daha çok yakışırdı.
Soğuk tarih odaları erkek yurdu ranzalarına benzer daha çok, deplasmanda oynanan bir futbol maçı gibidir; kavgalı dövüşlü ve çok küfürlü. De-plasman, yerinden olma demek ise Fransızca'dan gelip dilimizi kirleten bu sözcüğün yerine Adil Bey ne önerirdi acaba? “Anadolu Türk yurdu oldu”. Yurdundan oldun ve yurdunda oynadığın deplasman maçlarında kafana çakmak atarlar. Misafirperverlik kanımızda var, ağırlamayı çok severiz Türk Yurdu Anadolu'da. Herkesin Anadolu'dan geldiği yatakhaneler ağır-lar. Yeni geleni yurda kabul etmek şiddet dolu bir adettir; çok severiz misafirleri. “O da sevgisini böyle gösteriyor ablası” demek, kabul edip geçmek gerek zulmü. Tolere etmeli. Anadolu halkı toleranslıdır.
Öyle diyorlardı: Geçmişte olan geçmişte kaldı, ilerle artık. Yas tutmaya, ağlamaya zaman yok. Özür dilemeye asla. Kim çıkardı 1915'i! Türk gibi ilerle ki sert adımlarla her yer inlesin, inletsin yurdunda misafir edeceğin o sevgilileri. Buuraasıı seeniin eeviin yaavruum derken misafire, ev sahibini deplasmana çıkarırız, çıkarmışız. Dünya Türk Olacak, Bursa'daki altgeçit yazılamaları böyle söylüyordu. 30000 gurbetçi taraftar ile Dortmund'u kendi evinde deplasmana çıkardığın o günleri hatırla ki Galatasaray'ın UEFA Şampiyonluğu yeniden anlam kazansın. On iki yıl önceydi. Bir gün herkesin Beşiktaşlı olacağı gibi tüm isimlerin büyük ünlü uyumuna uyacağı günler de gelecekti. Tüm sınıf arkadaşların uyacaktı o ünlü uyuma.
O günler gelmedi de...Geri gidelim biz başka günlere, aylara, yıllara. Baştan say; 19 Ocak 2007, 1980, 1955, 1915; 1915, 1955, 1980, 2007 Ocak 19. Bekleme yapma, araları doldur. Gerisi de var fakat biz göremiyoruz, görsek de büyük ünlü uyumuna uymayanları okumuyoruz biz. Sağdan sola yazılan dilleri sevmeyiz. Soldan sağa, soldan SAĞA! Sağdan sağdan, Bekleme yapma! Çok kızardı Adil Bey, “bekleme” desen yeterli.
Karin diye bir isim uydursam büyük ünlü uyumuna uymazdı değil mi öğretmenim?
*Yaşanmış olaylar ve hayali kişilerden esinlenmiştir. Kafa karışıklığını gidermek için geçmişi ve devlet arşivlerini deşmek gerekebilir.
pampa bu cok temiz olmus, bi perihan kafasi aldim oyle soliyim
YanıtlaSilperihan'ı hiç sevmem, rina da benim için büyük gözlü, güzel, çalışkan kadın değil ama yazı güzel olmuş bence.
YanıtlaSil