Arkadaşlar merhabalar;
Bu benim ilk yazım, aslında ben buraya Kafkaesk yarım kalmış felsefi sorularım, fragmanlarımla katılmayı düşünüyordum ama malum yarın Ahmet Kaya'nın aramızdan ayrılışının 11.sene-i devriyesini idrak edeceğiz. Dolayısıyla benim bu yazım epey kişisel bi yazı olacak.
haylanmaz uslanmaz/tedirgin
Burdur Cezaevinde 19 aralık öncesi o malum olaylar yaşanmadan önce, Temmuz ayında bizim başımıza gelenlerden sonra, 61 kişilik Burdur cezaevi tayfası üçer beşer oraya buraya dağıtıldı; yazılarımız, kitaplarımız, metro inşaatımız, zulalarımız, mektuplarımız her şey burdur E-tipinin yıkıntıları arasında kaldı. Benim ailemin geniş kolları bana o hengamenin içinde de yetişti ve siyasi bağlantılar aracılığıyla Burdur'un sınırları içinde bir başka ilçe cezaevine gönderilmem ailem için ehven-i şer olarak kabul gördü ve ben de gölhisar'a gönderildim. Burada iki siyasiydik. Diğer arkadaş kısa süre sonra tahliye oldu ve ben tek kaldım. Bizim kaldığımız koğuş biraz looser koğuşuydu, ihtiyarlar ve kürtler vardı genelde ki aslında bu cezaevi ekonomi-politiği içinde koğuş ağası-gardiyan kumpasında getirisi en düşük olan klasmandır.. Onlar bir de ben... Benimle birlikte yedi kişiydik; koğuş ahalisinin benim çabamı takdir etmekle birlikte bıyık altından benim meczupluklarıma güldüklerini eklemeye bile gerek yok. Bi tane tinerci-psikopat vardı, Mustafa Koyun idi ismi. ANtalya'nın en işlek caddelerinden birisinde cepcilik yapıyormuş tutuklanmadan önce ve bu caddenin ihalesini en yüksek komisyonu vererek o sokağa bakan polis ekibinden kiralamış. Neyse uzun hikaye başına iş gelirse o ekipten birileri gelip bunu kurtarıyormuş ama günün birinde işler ters gitmiş ve bu tutuklanmış. Ben kendimce Cezaevleri Merkezi Koordinasyonun spor rejimini içeride uygulamaya devam ediyordum, Mustafa kendine göre yurtsever bi Kürttü ve kafasını efkardan kaldırabilirse bazan benimle spor yapardı.
Spor müziksiz olmaz, ama eskiden malum ipodlar mpüçler piyasada yok daha. Halen kaset dinleniyor. Onlarda bir yerde bayıyor. O yüzden radyo dinlemek ilginç bir hissiyat. Google'ın I feel lucky seçeneğini kullanmak gibi bi şey. TRT fm, TRT'nin klasik müzik kanalı, yerel arabesk radyoları bir de sanırım İSkender Paşa cemaatinin Akra Fm'i. TRT fm eczane gibi reçeteyle iş görüyo ve bayaa yavan; klasik müzik kanalını ise o cemaatle dinlemek mümkün değil, arabesk radyoları da açmıyor geriye AKRA fm kalıyo. Bu radyo cemaatin resmi radyosu olmasına rağmen, Esat Coşan'ın konuşmalarını yayınlamadığı zamanlarda bayaa güzel halk müziği, özgün arası bi yayın yapıyo.
İşte gene o günlerden bir gün, radyoyu açtık AKRA fm'e ayarladık, güzel türküler çalıyo, başladık ısınma turlarına. Biraz hızlandık, sonra çalan türkü yarıda kesildi ve Ahmet Kaya'nın Doğumgünü parçası çalmaya başladı. Gerçekten o an içimde bi tel koptu. Tedirgin oldum, koşmayı bıraktım. Zira, AKRA FM neticede halk müziği ya da EZginin günlüğü çalabilirdi ama AHmet Kaya'yı asla çalmazlardı ve çalmamışlardı da. Mustafa'da koşmayı bıraktı. Parçayı sonuna kadar dinledik. Sonra arkasından anons sanatçı Ahmet KAya Paris'te hakkın rahmetine kavuştu.
Sonra havlumu alıp terimi sildim, sobanın üstünde kaynayan güğümü alıp duşa gittim, güzelce yıkanıp kurulandım, saçımı sakalımı taradım; havalandırmada ahmet abi için kendimce bir tören düzenledim bir dönem kapanmaktaydı, Ahmet Kaya'nın ölümü yaklaşan uğursuzluğun ilk işaretiydi, onun ölümünden kısa bir süre sonra 19 aralık operasyonu oldu; devrimciliğin tadına Ahmet Kaya, Zülfü Livaneli ve Grup Yorum türküleriyle varan bir kuşak, fiziki olarak imha edildi ve ideolojik olarak da travmalardan travmalara koştu...
Geldik bu güne.
Aslında daha çok yazmak istiyorum. Belki kendimle de hesaplaşmak için bir ahmet kaya historiyografyası çıkartmak istiyorum. Ama şu anda gücüm yok...
kalacak tüm izlerin hayatımda/gözümden bir damla yaş aktığında/bir damlacık yer bulabilsem seni hatırlatmayan/kan tarlası gelincik şafağında/ölümse korktum/savaşsa hep kaçtım/vur kendini korkulardan/hadi al/... hoşçakal canımın içi/hoşçakal...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder