öğrencilere dayak meselesi herkesin olduğu kadar benim de gündemime girdi tabii, ama aslında başkaya bir yerden daha girdi. herkes psikolokluk yapma yarışına girince de kendi kendime sormadan duramadım "burada psikolojik olan ne var" diye. hatta bunları düşünürken biraz bir şeyler karaladıydım, biraz da gaza geldiydim, ben bunu bir yerlere yollarım diye. sonra yumurta meselesi çıktı, zaten tartışmanın ekseni kayıverdi. dedim bırak.
başlığın havalı olduğuna da bakmayın ya; efendi efendi iki kelam ediyorum.
bir ilişkilenme biçimi olarak faşizm
Başbakan’ın rektörlerle yaptığı görüşmeye katılmak isteyen öğrencilere polisin uyguladığı şiddet medyada yankı buldu. Konu, polisin orantısız güç uygulaması ekseninde konuşuluyor olsa da, unutulmaması gereken bir nokta şu ki, aslında ortada anayasal bir hakkın ihlali var: Öğrenciler Çamlıca’da durduruldu. Bilenler bilir, bu anayasal hak, çeşitli zamanlarda, mesela bazı geçtiğimiz yıllardaki 1 Mayıslarda da askıya alınmıştı, gene güvenlik nedenlerinden. Olayla ilgili şunlar bildiriliyor: Gençler “tuvalet izni” bile alamamış (yani öğrenciler aslında öğrencilik yapmaya devam ediyor, malum, üniversitede de olsa, öğrencinin tuvaletini uygun zamanda yapması beklenir); kadın bir öğrenci “ben hamileyim” demesine rağmen şiddet görmüş ve bunun sonucunda bebeğini kaybetmiş.
Bu olay, birçok yazar aracılığıyla köşelere de ulaştı. Polemiğin bini bir para… “Hamileysen gösteride ne işin var” deme hakkını kendinde gören de var, “gençler, kaçıncı yüzyıldayız, biraz yaratıcı eylemler yapın ya” diyen de. CHP genel başkanı ise “sakın şiddete bulaşmayın” diye nasihat etmiş. Bir başka yazar ise “bunlar patolojik” diye buyurmuş. Hüseyin Çelik’in “bu işi meslek edinmiş kadrolu öğrenciler var” yorumu ise, ziyadesiyle “gençler iyi de çevresi kötü”yü anıştırıyor. İlginçtir, kimse sormuyor bu gençlere (ya da birisi sorduysa da, ben de dahil olmak üzere, bu hırgürde kimse duymuyor, ne soruyu ne de cevabı): “Ne oldu”, “nasıl oldu” ve “neden oldu”.
Hatırlarsınız, Amerika’da 18 yaşından küçük iki genç Counter-Strike oynarcasına okulu basıp arkadaşlarını öldürmüştü. “Benim Cici Silahım”da da Michael Moore, Marilyn Manson hayranı olan bu gençlere fırsatı olsaydı ne söyleyeceğini sormuştu sanatçının kendisine. Marilyn Manson’ın cevabı şuydu: “Hiçbir şey. Yalnızca hiç kimsenin yapmadığını yapar ve onları dinlerdim”. (Gerçi sonrasında Radikal bu damarı keşfetti ve öğrencilerle görüştü.)
Gene de altını çizmek istediğim nokta tam olarak bu değil. Ben, eylemci gençlerin polis tarafından acımasızca dövülmesi haberini, geçtiğimiz günlerde gazetelerde yayınlanan başka haberlerle birlikte düşünmek istiyorum. Bir tanesi, uçucu madde kullanan bir gencin, sokak ortasında vurularak öldürülmesi haberi. Bir diğeri, bir din öğretmeninin eşcinsel olduğunun açığa çıkmasıyla beraber yaşadıkları. Ötekiyse, psikiyatrların da içinde bulunduğu bir grubun, devlet bakanının da katıldığı bir sempozyumda, eşcinselliği yeniden hastalık ilan etmeye çalışmaları. Bunlara bir de, siyah beyaz olduğu için Bursaspor taraftarlarınca bir ineğin katledilmesi haberini eklemek gerektiğini düşünüyorum.
Bunların ortak noktası ne diye sorulabilir: Bir bakın, bu haberler hep, öteki olan, görünmez olmaya zorlanan hakkında. Öldürülen uyuşturucu bağımlısı, devlet tarafından sürülen, erkek tarafından şantaj yapılan, hekim tarafından hasta ilan edilen eşcinsel, katledilen inek. Başbakanın seninle ilgili kararlar almaya gittiği toplantıyı protesto ediyorsan, dayak yersin. Uyuşturucu bağımlısı olarak sokaklarda belirirsen, öldürülebilirsin. Eşcinsel olduğun açığa çıkarsa, işinden olursun, ilişkiye zorlanırsın ve doktorun da sana hasta der. İnsan değilsen, zaten yukarıdaki “eğer”ler bile söz konusu değil; zaten varoluşun insanın varoluşu üzerinden tanımlanıyor; bir gün, açlığın değil de öfkenin hedefi olabilirsin.
Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’da bahsettiği bir rüyayı hatırlatmak istiyorum. Rus köylülerinin, güçsüz bir kısrağı, kırbaçlayarak ve acı çektirerek öldürdüğü rüyayı. Köylüler, atı kırbaçlarken bundan delicesine keyif alırlar ve kısrağın sahibi ara ara “Mal benim” der. Kitabın katil kahramanı Raskolnikov, buna çocukken şahit olmuştur. Kırbaç hala bizim elimizde. Toplumun ve doğanın güçsüz kesimlerini kırbaçlıyoruz, solcuları, eşcinselleri, uyuşturucu bağımlısı çocukları, hayvanları. Yüzde 1’i geçmeyen oy oranları olan solculara, cinsel kimliklerini en yakınlara dahi açıklayamayan eşcinsellere, her şey reva görülen tinerci çocuklara, dili bile olmayan hayvanlara, hiç kimseden korkmadan vuruyoruz kırbacı: Rövanşın imkansız olduğuna eminiz. Ne kadar eminsek, o kadar güçlü vuruyoruz.
Faşizm, bir yönetim biçiminden öte bir şeydir. İnsanların ilişkilenme biçimidir, dünyayı algılama biçimidir, bir eyleme biçimidir. Ingeborg Bachmann’ın dediği gibi, iki insanın arasında başlar. İnsanlara korku değil, arzu ve haz vaat ederek güçlenir. Bu yaşananlar gösteriyor ki, mesele sadece polisin orantısız güç (artık o ne demekse, onun sınırları neyse) uygulaması meselesi değil. Farklı olana, eğer acıyamıyorsak, onu öldürüyoruz ya da öldürülmesine göz yumuyoruz. Solcu mu, vur beline, zaten patolojik, zaten eski kafalı, zaten haddini bilmez. Uyuşturucu bağımlısı mı, öldür gitsin, ne yapacağı belli olmaz. Eşcinsel mi, ya hasta ya sapık, pardon, hem hasta, hem sapık. Hayvan mı, zaten eti ve sütü için ölecek, ben öfkelendirdim de öldürdüm, ne fark eder. Normun hükümranlığına hoş geldiniz, marjinal çeşitlerimiz fazlasıyla mevcut, çivili sopalardan bir tane almaz mıydınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder