4 Aralık 2010 Cumartesi

Radikal gazetesinde olup bitenler benim de dikkatimi çekiyor elbet

Anlaşılan artık gazeteler gündeme damgasını habercilikten başka yöntemlerle vurmaya da karar verdiler. Radikal’in Savaşma Konuş kampanyası, bu açıdan “Tehlikenin Farkında Mısınız”ın benzeri, ancak ötesidir denebilir sanıyorum. Sonuçta ikincisi, tam da cumhuriyetçi kitlenin politika yapma biçimine denk düşen bir şekilde, televizyonlardan ve Cumhuriyet’in ilk sayfasından söylüyordu sözünü. Radikal ise, sokaklara inmenin derdinde; sokaklara stand’lar kurdular, Radikal için (muhtemelen günübirlik) çalışan gençler, sokaktan geçenlerle temas ediyordu.

Bu sokak da ilginç bir yer ha. Herkes oraya inmeye çalışıyor (misal biz de bir proje yapıp sokağa iniyoruz desek bir yerlerden fon buluruz bence). Sanat mesela… Ama sanat sokağa inince sokaktakiler için pek hayırlı olmayabiliyor (evet evet mütenalaşmadan bahsediyorum). Ha sanatçılar için de hayırlı olmayan şeyler olabiliyor (aynen öyle Tophane’den bahsediyorum). Radikal de sokaktan bildiriyor. Henüz çok bir vukuat yok gördüğüm kadarıyla.

Neyse, konudan kopmayalım. Radikal’in yeni boyutu kadar, içeriğinin renkliliği de dikkate şayan. Her şey var gazetede gördüğüm kadarıyla. Latin Amerika gerilla mücadeleleri, Karayılan’ın açıklamaları, Victoria’s Secret güzelleri, Harry Potter, CHP içi çekişmeler, sağlıklı yaşam önerileri ve tıbbi bilgiler, ekonominin hassas dengeleri, daha muhafazakar yazarlar, daha modern olanlar, akademisyenler, mizah yazarları… Radikal, Diyarbakır’dan Nişantaşı’na herkesin “bir şeyler bulabileceği” bir gazete olmayı kafaya koymuş.

Gazetenin bu hali bana şunu çağrıştırıyor: Her şey yan yana olabilir, her şey konuşulabilir. Zaten haberlerde de yan yanalık vurgusu sıklıkla var, sendikacıyla patron yan yana (İsmail Saymaz’ın Tuzla haberi, ki kendisi insan hakkı ihlallerini yazarak takdirimizi kazanmış bir gazetecidir, hakkında da bir sürü dava var şu an, haberin bu naiflik tonu, bana “editöryel müdahale” hissi verdi), yazar sokakta, “halk”la, bayramda alışveriş merkezinde.

Her şey bu kadar yan yana olunca, ben de şunu düşünüyorum: Kayıtsızlık rejimi inşa ediliyor! Artık her şey yan yanadır; ama hiçbir şey birbirine temas etmez. Artık her şey bir ilgi meselesidir. Okura ilgi duyması için sayısız şey verilir, her şey bir konuşma meselesi olabilir; okurdan bunlara temas etmesi, bunlarla düşünsel düzeyde temas etmesi beklenmez. Ne olsa gider! (Feyerabend bunu derken, böylesi bir şeyden, yani ondan da alalım, bundan da koyalım, sonra da buna bilgi diyelim dediği bir durumdan bahsetmiyordu sanırım; ağır olalım, sırf şu an daha inandırıcı olduğu için pozitivizmi diğer bilgi edinme biçimlerine üstün kabul etmeye karşı bir çağrıydı bu.) Radikal’inki de, bütün haberleri yan yana koyarak bütün haberleri bir parodiye dönüştürmek oluyor benim nazarımda. Bir yerde durma ey okur, kay, dolaş, vicdani retçinin acısından, karaciğere iyi gelen bitkilere, her şeye bir bak, ne olsa gider!
Yan yana konunca binbir türlü mesele, ilk başta özgür basın ve her şeyin konuşulabildiği bir Türkiye fantezisi uyanıyor olabilir; ya da “bilinçdışını artık bilinçli kılıyoruz”, “normalleşiyoruz” denebilir. Ben inanıyorum ki, yan yana olanlar, salt yan yana oldukları için sonsuz bir ferahlık çerçevesinde konuşulabilir olmuyorlar. Yani, babanın yanında sigara içebiliyor olman, illa ki, babanın ev üzerindeki iktidarını ferah ferah konuşabiliyor olman anlamına gelmiyor (bilmem örneği yakalayabildim mi).

Zaten bu kadar meselenin yan yana durabileceği bir alanı yaratmaya çalışmak, bana fazlasıyla ulusu yaratma fantezisini hatırlatıyor. Herkes yan yana dursun, ama kimse kavga etmesin. Okur, her şeyi yan yana görebilir, birinin ötekiyle bir problemi yoktur. Bizim gazetemizle, sosyalistle liberal ekonomi savunucuların (malum hiç kimseye açıktan “kapitalist” ya da “sağcı” diyemiyoruz ya), muhafazakarlarla modernlerin bir meselesi yoktur. Ulusumuzda çatışma olmasın (ki bizim ailemizde çatışma zaten yoktur). Savaşma konuş, ama her şeyi konuş, her şey, en az savaş kadar, konuşulabilecek bir meseledir. Meseleler arasında bir hiyerarşi gütmeyelim. Böylesi bir alanda konuşanlar, olsa olsa yan yana durup konuşan bir birbirini anlamazlar ordusudur herhalde.

Bunlar kafamda dolaşırken, geçen gün bir de Cüneyt Özdemir ve Hakkı Devrim arasında polemik yaşandı ki (ya polemik de değil, birbirlerine laf sokmaya çalıştılar bildiğin), tam da bu durumu gösterdi bence. Hakkı Devrim, Cüneyt Özdemir’in cümlelerindeki dilbilgisi hatalarını buldu ve yazılarını da eleştirdi. Cüneyt Özdemir de başka bir cevap verdi. Yahu arkadaşlar, en fazla 10 sayfa vardır yazılarınız arasında, siz hiç mi yüz yüze gelmiyorsunuz? E hadi diyelim, internet, modern gazetecilik, adamlar her gün dükkana uğramıyorlardı, yahu sizin gazetede hiç mi “etmeyin, ayıptır” diyecek birisi yoktur? Böyle birbirinize laf çarpıyorsunuz, bizi de alet ediyorsunuz? Gidin, konuşun. Ha mesele de, ne bileyim, böyle Sartre-Lacan-Heidegger polemiği gibi, felsefi mevzular olsa, hadi neyse. Biri ötekini yok efendim prim yapan yazılar yapmakla eleştiriyor, biri öbürüne sen zamanında saçmasapan dedikodular yazmadın mı diyor, falan filan. Ha tabii, bu başka bir şeyi de besliyor: Bakın bizim gazetede çatışmaya da yer vardır. Yemişim öyle çatışmayı. Ben hayatımda hiç öyle koftiden çatışma yaşamadım ki; neyin çatışmasını anlatıyorsun sen bana?

Bir de köşe yazarlarının, bireyselden yola çıkarak yazma halleri var. O da, mikro üzerinden makroyu anlamak, gündelik deneyimden dünyayı düşünmek meselesinden çıktı artık bence. Yapmayın sevgili yazarlar. Ben şahsen artık yemiyorum bu numaraları. Bireysel olmak için bireysel olmak’a doğru gitti bu mesele. Deneyimin fetişleştirilmesi, deneyim yaşa, sonra ondan bahset, deneyim yaşamının inanılmaz deneyimi duyulsun. Zaten günümüzün kapitalist koşulları da bu değil mi, şehri deneyimle, yemeği deneyimle, yani en büyük pazarlama nesnesi deneyimdir. Zaten sana deneyim vaad edebilen şey, satılabilirdir (misal sanat, misal şehir, misal daha neler neler).

Radikal’deki bu şahlanış, bu yeni gazetecilik coşkusu neyin nesidir, hangi dinamiklerin sonucu, hangi dinamiklerin habercisidir bilemem ama Radikal’in “yeni” dilini liberallik ve demokratlık görüntüsü altında kayıtsızlaşma sürecine destek verdiğini düşünmekten kendimi alamıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder